Abdul Arif Kerim Çalışkan adlı kişinin fotoğrafı

İnsanın Fabrika Ayarları, Beden, Sinan Canan

Kitap Atölyemizin konuğu Sinan Canan’ın kaleminden  İnsanın Fabrika Ayarları adlı serinin ilk kitabı; Beden

Günümüz yaşam koşullarında insan bedeni, atalarımızın yaşamış olduğu gibi olması gerektiği doğal koşulları sağlamıyor. Bu konuları biyolojik ve avcı toplayıcı atalarımıza değinerek aktaran Sinan Canan’ın “İnsanın Fabrika Ayarları” serisinin ilk kitabı “Beden” bu yönüyle gayet etkileyici olmayı başarıyor.

Sinan Canan anlatım üslubu ile insanları etkilemeyi başaran bir biyolog, bu özelliğini kitabı “Beden” ‘de de gözlemliyoruz. Sinan Canan kendisini; üç çocuk babası, biyoloji mevzunu, fizyoloji doktoru ve sinir bilim sevdalısı olarak tanımlıyor. Sinan Canan, “Hayatın, tek bir işle uğraşmak için fazla uzun; insanın ise, tek bir işle ömrünü tüketmek için fazla karmaşık olduğuna” inanmakta ve bu yönde çalışmalarına elinden geldiğince devam etmektedir. Üsküdar üniversitesinde Nöropazarlama Anabilim Dalı Başkanı olarak görevini sürdüren Prof. Dr. Sinan Canan; insanın tarihteki avcı toplayıcı atalarına değinerek bugün ki yaşam biçimlerimizi değerlendiriyor ve bunu gayet başarılı bir şekilde yapıyor. Kitabın dili ve akıcılığı gayet yerinde ve okunası bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Yazarın kendi şahsımca katılmadığım bazı görüşleri olsa da bilimsellik yönüyle ilgimizi celp etmeyi başarıyor.

Kitabın ön kapak tasarımında bir cenin ve dünya görüyoruz, dünya ile bebek arasında bir bağlantı kurulmuş ve cenin dünyanın dışında etrafı yıldızlarla çevrili galakside yer alıyor, bu tasarım gayet başarılı olmakla birlikte kitabın içeriği hakkında bize fikir vermeyi başarıyor. Bebeğin dünyanın dışında kalması ve dünyaya göbek bağı ile bağlanması ise kitabın içeriğinde de değinilen insanın bu dünyada yaşayan diğer formlara benzememesi ve dünya için uyumlu bir forma sahip olmaması ve dünyadan beslenmesi gibi konuları çağrıştırmasıyla çok manidar ve yerinde bir tasarım olmuş. Arka kapak tasarımı ise gayet yalın ve kitap içeriğiyle ilgili etkileyici bir sunum yazısına sahip. Kitabın iç sayfalarına değinecek olursak “tutikitap” yayın evinin baskıya aldığı kitapta herhangi basım hatasıyla karşılaşmadım. Yazı konturları iyi ve okunabilirliği başarılı, yazı boyutu ise neredeyse çoğu kitapta rastladığımız boyutta, kitabın iç sayfalarında yer yer resimlere yer verilerek içerik zenginleştirilmiş, tüm yönleriyle tasarımını değerlendirdiğimiz zaman kitabın okunabilirliğini olumsuz etkileyecek bir unsurla karşılaşmamakla birlikte kitabı sevdirecek detaylara sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Kitabı okuduktan sonra serinin diğer kitaplarını okuma kararı aldık. Yazar kitapta bizlere aktardıkları ile bize değer katmayı başardı. Aşağıda özet kısmında bize kattığı değerleri detaylıca işleyeceğiz ancak özetle; yazar kitabında yaşam biçimimizi bize sorgulatıyor ve bedenimize karşı sorumluluklarımızı hatırlatarak bizlere şuan ki yaşantımızda yaptığımız yanlışları gün yüzüne çıkartıyor. Bu yönüyle çoğu belirttiği fikir, modern tıp doktorları ile benzeşse de ayrışan görüşleri de mevcut, bu yüzden yazarı iyi değerlendirip fikirlerini benimseyip veya benimsememek siz okurların kararıdır.

Beslenmenin ve yaşam tarzımızın ne kadar önemli olduğunu ve bunları çok fazla ihmal ettiğimizi, yani kendimizi tanımadığımızı ve ihmal ettiğimizi kavradığımız bu kitabın, şahsım sağlık sorunları yaşayan bir birey olarak, sağlık hususuna özen gösteren ve ilgilenen biri olarak, sağlıkla ilgilensin ilgilenmesin, kendine değer veren, kendini tanımak isteyen, her bireyin, okuması gereken kitaplardan biridir.

Yazımızın bundan sonrasındaki bölümlerinde kitaptan alıntılara yer vererek, yazarın nelere değindiğine göz atıp, bunlara kısa kısa yorumlar getirecek ve son olarak tüm bu konular üzerine kısa bir görüş bildirerek yazımızı tamamlayacağız.

Yayın Tarihi:16.10.2019
ISBN:9786059218603
Dil:TÜRKÇE
Sayfa Sayısı:184
Cilt Tipi:Karton Kapak
Kağıt Cinsi:Kitap Kağıdı
Boyut:14.5 x 23 cm

Beden: Arka Kapak

Hepimiz “daha doğru yaşamaya” çalışıyoruz. Sürekli öğrenme peşindeyiz ama gittikçe genişleyen bilgi havuzundan çoğu zaman doğruları seçemiyoruz. Uzmanlar da sıklıkla görüş ayrılığına düşüyorlar. Konu “insan” iken, bilim de bu kadar açık ve net bir araçken bu kadar anlaşmazlık nereden geliyor?

Elinizdeki kitap, bir üçlemenin ilk kitabıdır. İnsanın Fabrika Ayarları serisi bir bütün olarak insanlığın gereklerini İFA edebilmek için, bilimsel gerçeklere farklı bir çerçeve öneriyor. İnsanın Fabrika Ayarları, kendinizi başka bir bakış açısından bir kez daha anlamaya davet ediyor.

  • İnsan neden bu kadar çıplak ve aciz?
  • Bedensel ihtiyaçları karşılanan insan neden mutlu olamıyor?
  • Yüz yıl önceki insanların bilmediği bunca yeni “ölüm nedeni” nereden çıktı?
  • Neden hareketsiz kalınca hastalanıyoruz?
  • Fazla yemek bize neden iyi gelmiyor?
  • Yalnız kalınca neden erken ölüyoruz?
  • Bedenin stres tepkileri, tüm hayvanların hayatta kalmasına yardımcı olurken, bizi neden bu kadar yoruyor hatta hasta edip öldürebiliyor?
  • Sınırlarını aşamayan, zihnini ve bedenini zorlamayan insanlar neden bunalıma giriyor?
  • Yaratılışımıza uygun bir yaşam kurmak ve bunu sürekli hale getirmek bu kadar zor mu?

Bu kitap, bu ve benzeri sorularının cevaplarını vermekten ziyade kendiniz için en doğru cevapları bizzat sizin bulabilmeniz için yazıldı. Bundan sonrası ise size kalıyor.

Kendinize iyi bakın, göreceksiniz…

İFA-1: Hareket

İnsan bedeni oturmak ve hareketsiz kalmak için tasarlanmamıştır. Hareketsizlik bizi hasta eder.

İFA-2: Az Çeşitli ve Aralıklı Yemek

Doğada hayatta kalmak için uyumlanmış beslenme sistemimiz, modern dünyada aşırı beslenme sorunlarından dolayı başımıza büyük dert oluyor. – İçindekiler

Yiyoruz, içiyoruz ve gündelik olarak sıradan hale gelmiş bir çok davranış gerçekleştiriyoruz. Bazı davranışlarımız geçmiş atalarımızdan beri süre geliyor bazılarıysa yeni icat oldu. Hala yeni davranışlar ve yaşam tarzları gelişmeye devam ediyor. Yani hala eviriliyoruz. Bu evrim süreci nereye kadar ve ne şekilde devam eder bilemiyoruz ancak bugüne nasıl geldiğini yaptığımız araştırmalar sonucu bilebiliyoruz.

Kitap giriş bölümünde insan türünün doğadaki diğer türler ile ortak yanlarını konu alıyor;

Eğer bedenimiz bu kadar zayıf ve çaresiz olmasaydı, insanoğlu ve şimdi soyları tükenmiş olan yakın akrabaları, hayatta kalmak için zihinlerini bu kadar zorlamak zorunda kalmayacaklardı. – Sayfa 31

İnsanın kökeni söz konusu olduğunda mesele her ne kadar halk arasında “maymundan gelme” gibi bir karikatüre indirgense de aslında biyolojik olarak balıklarla da bir hayli ortak yanımız var. – Sayfa 43

Kitabında, insanların atalarına ve doğadaki diğer canlılarla olan ortaklıklarına değinen Canan, insanın bugün ki yapısının yıllarca gerçekleşmiş bir evrimin sonucu olabileceğini söylüyor ve buna dair bulgulardan bahsediyor. Bu bölümde sadece insandan değil doğada bulunan diğer canlılardan ve onların ırklarının çakıştırılarak yeni ırkların oluşturulduğu denemelerden de bahseden Canan, insan türünde böyle bir durumun söz konusu olmadığını söylüyor. Yani bugün ki kitlesel ırk kavramlarının biyolojik açıdan olmadığını ve insan türünün başka bir türü olmadığını vurguluyor.

Bu bölümde yazar, insanın maymundan geldiğini değil ama maymunlar ile akraba olduğunu ve maymunlarla ortak bir atamızın olduğunu belirtiyor ve bununla ilgili bulguları aktarıyor.

Kitap birinci bölümünde hareketi konu alıyor;

Canan, beyin yapısının hareketin bir sonucu olduğunu söylüyor ve hareket eden canlılarda beyinin gerekliliğini ortaya koyuyor. Beynin olmadığı bir yapıda hareketin olmayacağından bahsediyor. Bu sebeple sağlıklı bir organizmanın sağlanabilmesi için hareketin gerekliliklerini bize aktarıyor.

İnsanın hareketle ilişkisine baktığımız zaman, yaklaşık 160 bin sene önce Doğu Afrika’dan çıkan insan türünün birkaç bin yıl içinde on binlerce kilometre yol kat ederek dünyanın dört bir yanına nasıl da yayıldığını görüyoruz. Genel durum itibariyle ortaya çıkan manzara pek de normal bir şeye benzemiyor. Yani bu insanlar neden bu kadar hareketliydi? Neden oturdukları yerde oturmayıp da her yöne doğru çılgınlar gibi seyahat ettiler? – Sayfa 65

Canan, insanın hareket etmesinin gerekliliklerini kitabında şu şekilde bizlere sıralıyor;

İnsanın yaşam kaynaklarını hızla tüketen bir varlık olduğundan bahseden Canan, daha fazla yaşam kaynağına ulaşmak için atalarımızın sürekli hareket halinde olması gerekliliğini vurguluyor. Ek olarak insanın hayatını sürdürebilmek için vahşi yaşamdan korunmasının gerekliliğinden bahseden Canan bu sebeple atalarımızın sürekli olarak yer değiştirerek vahşi hayvanlara yem olmaktan kurtulduklarından bahsediyor.

Hareketin insan vücudundaki salgı yapılarını değiştirdiğinden bahseden Canan, hareketsiz bedendeki insülin direncini konu alarak kronik hastalıkların hareketle olan ilişkisine değiniyor. Çocuklardan yetişkin bireylere kadar mevcut eğitim hayatını ve çalışma hayatlarını konu alarak artık günümüzde mevcut şehir yaşamlarında yoğun mesaili çalışmalar yapsak bile hareketin kısıtlandığını ve atalarımızın aksine bir yaşam sürdüğümüze değiniyor. Bunun bir çok fiziksel ve ruhsal hastalığa sebebiyet verdiğini bizlere aktarıyor.

Günümüzde, tarih boyunca “bizi insan yapan” biyolojik ve kültürel uyarlanmalarımızın çok dışında, dijital bir devrimle de karşı karşıyayız. Bu devrimin sonucu olan belirsiz gelecekte, eğer her şey böyle giderse, doğadaki koşullara uyumlanmış beyin devrelerimizin birçoğunun işlevsiz kalacağını da ön görebiliriz. – Sayfa 78

Kafatası üzerinde yapılan ölçümlerde son beş-on bin yılda insan beyninin %4-5 oranında küçüldüğünden bahseden Canan, bunun sebeplerini biraz önce değindiğimiz gibi hareketsizlik ve artık gelişen teknoloji ile insan beyninin yapması gereken işlerin bir çoğunun başka cihazlar tarafından yapılmasını sebep olarak gösteriyor.

Hareket düzeyinin ne şekilde olması gerektiğine de değinen Canan, bugün spor salonlarında yapılan aşırı egzersizlerin  beden üzerindeki etkilerinden bahsediyor. Aşırı egzersizin olumsuz etkilerinden bahsedilen kitapta, egzersiz ve enfeksiyon riskinde dair bir grafik paylaşılıyor. Durağan yapıdaki bir insanın orta düzeyde enfeksiyon riski gözlemlenirken aşırı egzersizde ise yüksek enfeksiyon riski olduğunu görüyoruz. Tahmin edebileceğiniz üzere orta düzey egzersiz yapan bir birey için enfeksiyon düşük olarak gösteriliyor.

Kitabın ikinci bölümünde az ve çeşitli yemek konusunu ele alınıyor;

İnsan sağlığı için acıkmanın öneminden bahsedilen kitapta, atalarımızın beslenme düzeni konu alınıyor.  Atalarımızın sürekli aynı şeyleri yeme fırsatları bulamadıklarından ve mevsimsel olarak tabiatın sunduğu meyve ve sebzelerden oluşan bir besin zincirine sahip olduklarından bahsediliyor. Günümüzde ise her türlü meyve ve sebzenin mevsim şartlarından bağımsız olarak yetiştirilebildiğinden ve ulaşım noktasında sıkıntı yaşanılmadığından bahsediliyor. Bu durumun aşırı ve yanlış beslenmeye yol açtığı bizlere aktarılıyor.

Tabiatın atalarımıza et dışında sunduğu diğer yiyecekler bol miktardaki yemişler, yabani meyveler, ve diğer bitkisel kaynaklı besinlerdi. “Doğadaki meyveler” dediğimiz zaman, aklımıza hemen bugün tükettiğimiz elma, armut gibi meyveler geliyorsa orada biraz durmalıyız. Zira bugün yediğimiz, o etli sulu ve şekerli meyvelerin hiçbiri o zamanlar doğada bu haliyle mevcut değildi. –  Sayfa 132

Bugün tükettiğimiz meyve ve sebzelerin yerleşik tarıma geçilerek insan eliyle oluşturulan ürünler olduğuna değiniyor ve tüketilen gıdaların atalarımızın tükettiği gıdalar arasında benzerlik kalmadığından bahsediliyor.

İlk bölümde de belirttiğimiz insülin gibi bir çok vücut hormonu konu alan kitap, sağlıklı beslenmek ve kaliteli bir yaşam sürmek için aç kalmanın öneminden bahsediyor. Aşırı kiloların ve bir çok kronik hastalıkların sebebinde aşırı ve yanlış beslenmenin olduğundan bahsetmiştik. Bunun için bazı önerilerde bulunan Canan;

Ağırlıkla, kiloyla sağlık olmayacağından ve öncelikle yeme alışkanlıklarımızı düzeltmemiz gerektiğinden, 

Metabolizması değişmiş gıdaları tüketmenin bir bedeli olduğundan,

Yemek yedikten sonra bedenimizi dinleyerek hissettiklerimizi değerlendirmemiz gerekliliğinden,

Tam olarak acıkmadan yemek yememiz gerektiğinden,

Yalancı açlık duygusuna kanmamamız ve bunun sebebinin yüksek miktarda alınan karbonhidratlar olduğundan,

Aşırı karbonhidrat tüketiminin yerleşik tarımla hayatımıza girdiğinden ve azaltılması gerektiğinden,

Tatlıların besin değil haz nesnesi olduğundan, yağ tüketiminden korkmamaktan ve sağlıklı yağları bol bol tüketebileceğimizden, belli bir rutine bağlı kalmadan yer yer vücudu şaşırtmak gerektiğinden yani hiç yemediğiniz farklı besinler tüketmemiz gerekliliğinden bahsediyor.

Bundan yaklaşık 10-15 bin sene önce, şimdilerde adına “tarım” dediğimiz uygulamayı icat ettik. Bugün bir çok araştırmacı, tarımın icadını insanlığın en büyük intihar girişimi olarak nitelendiriyor. – Sayfa 153

Endüstriyel gıda üretimi tarımın doğal bir sonucudur. Tarımda kitlesel miktarda besin üretebilirken artık bu besini çok değişik formatlarda, çok uzun raf ömürlerine sahip ve parçalar halinde paketleyip her çeşidini her zaman bulunabilir şekilde insanlara ulaştırabiliyoruz. – Sayfa 155

Bu tablolar karşısında sınırlı beslenmeye programlı insan bedeninin arıza vermesi kadar doğal bir durumun olamayacağını aktarıyor. Canan, son olarak kısaca modern tıp ve tedavi anlayışından bahsederek kitabı sonlandırıyor.

Değerli bilgilere ulaştığımız bu kitapta bir çok soruya cevap bulduğumuzu düşünüyorum.  Kitabın üslubunun ve olaylara yaklaşımını beğendiğimi söylenilirim.  Başarılı bulduğum bu kitapta, ne olursa olsun, insan ve diğer  doğadaki canlılarla olan ortak mikroorganizmaların olması da dahil, evrim sürecinin hala bir çok kanıta ve delil niteliği taşıyan unsurlara ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Mevcut yapılardaki değişimleri zamanla doğanın ve insan oğlunun oluşturduğu sonuçların bir bütünü olarak düşünüyorum. Ancak bu evrimdeki gibi bir değişim olduğunu düşünmüyorum. Zira bugün 150-200 yıl öncesine dair insanlar veya diğer canlılara dair net bilimsel ve istatistiksel veriler bulunamazken 10 bin yıllık bir süreçteki değişimlerin oranlarının tam anlamıyla doğrulunu söylemek yanlış olacaktır. İnsanlar ve yaşam tarzları değişiyor, besinler ve sağlık sorunları gibi birçok faktör değişikliğe uğrayabiliyor ancak söz konusu bir ağaç formunu yüz yıllardır koruyor ve korumaya devam edecektir. Bu sebeple aynı şekilde binlerce yıldır var olan insan formunun yüz bin yıl önce eğer bir yaşam söz konusu ise insan formunun değişmediğini söylemek ve hatta bütün canlıların formunun korunduğunu söylemek mümkündür. Nitekim arkeolojik kazılarda bulunan fosillerde bunu gösteriyor. Bu çalışmalara bakarak tek söyleyebildiğimiz insan nüfusunun artışına paralel olarak dünyanın nüfus dengesini korumaya çalıştığı ve böylelikle insan dışı formların nesillerinde azalma olduğunu söyleyebiliriz.

Abdul Arif Kerim ÇALIŞKAN

Dünyayı kelimelerle ifade etmeye başladığımdan beridir harflerle hemhal biriyim. Mekatronik temelli eğitim hayatımın perspektifinden ağaçların, çiçeklerin, hayvanların mekanizmalarını çözmek üzere tefekkür etmekteyim.

Haberdar Olun

Instagram

Instagram has returned empty data. Please authorize your Instagram account in the plugin settings .